Uluslararası bir danışmanlık firması olan EY’in yürüttüğü Çalışan Aidiyet Barometresi sonuçlarına göre küresel düzeyde çalışanların %85’i, gün geçtikçe işyerinde yalnızlık ve kopukluk hissinin arttığını söylüyor. Buna karşılık iş yeri, çalışanların güçlü bir aidiyet kurmak istedikleri temel alanlardan biri olarak öne çıkıyor. Ev ortamı %76 ile ilk sırada yer alırken, katılımcıların %47’si evden çıktıktan sonra en kuvvetli aidiyet hissinin iş yerinde geliştiğini belirtiyor.
Bu kapsamlı çalışma, dünyanın ekonomik dalgalanmaları ve toplumsal gerilimleri karşısında iş yerlerinde bir paradoks yaşandığını gösteriyor. Global ölçekte çalışanların %85’i iş yerinde artan bir yalnızlık ve soyutlanma hissi bildiriyor; bu duygu 2023’e göre %10 artış gösteriyor ve özellikle genç kuşaklar arasında daha yoğun olarak gözlemleniyor. Z kuşağının %92’si ve Y kuşağının %87’si bu duyguları paylaştığını ifade ediyor.
İş yerlerinde artan izolasyon, aidiyet duygusunu etkilemeye devam ediyor ve bu nedenle ev ortamı ilk sırayı alırken iş yeri, insanların en kuvvetli aidiyet hissini yaşadığı ikinci alan olarak konumlanıyor. Gençler, yüz yüze ya da çevrimiçi iletişimdeki eksikliği özellikle hissettiklerini vurguluyorlar.
Küresel veriler, genç çalışanların haftada en az bir kez tam bir iş gününü konuşma yapmadan geçirdiklerini gösteriyor. Y kuşağı için bu oran %50, X için %35, Baby Boomerlar için %27 düzeyinde. Uzaktan çalışma oranının etkisi belirgin: tamamen uzaktan çalışanların %63’ü, haftalık en az bir gerçek zamanlı konuşma olmadan tam bir iş günü geçiriyor; hibrit ve ofis çalışanlarında bu oranlar sırasıyla %51 ve %35 olarak izleniyor.
Yalnızlık hissi, aidiyet duygusunu doğrudan zedeliyor ve çalışanların kimliklerini iş yerinde ifade etme konusundaki rahatlık düzeyi de bu süreci etkiliyor. %58’lik bir kesim, iş yerinde kişisel yönlerini paylaşırken kendini rahat hissetmediğini söylüyor; Z kuşağı bu konuda en az rahatlık bildiren grup olarak öne çıkıyor.
Barometre, aidiyet hissini güçlendiren ana etmenleri sıralarken %41 ile psikolojik güvenlik birinci sırada yer alıyor. Ekonomik dalgalanmalar (%32) ve toplumsal olaylar (%25) ise ruhsal güvenliği azaltan başlıca faktörler olarak öne çıkıyor. Buna karşılık, hatayı kabul edebilme ve yardım isteme konusunda açıklık (%48) ile meslektaşlar arasındaki güvene dayalı ilişkiler (%47) psikolojik güvenliği güçlendiren kilit etmenler olarak kayda geçiyor. Z ve Y kuşakları, ekonomik belirsizlik nedeniyle kendilerini Baby Boomer’lara göre daha sıkışmış hissediyor; bu oran Z kuşağında %74, Y kuşağında %68, X kuşağında %52, Baby Boomer’larda %34 olarak belirleniyor.
Diğer önemli güçlendiriciler arasında esneklik (%38), ruhsal wellbeing (%37), gelişim odaklı geri bildirim almak (%31) ve düzenli olarak kendi durumlarının kontrol edilmesi (%29) yer alıyor. Yapay zeka ve teknoloji, aidiyeti artıran bir unsur olarak görülüyor; katılımcıların %32’si bu teknolojilerin aidiyet hissini güçlendirdiğini belirtiyor. Z kuşağı bu görüşü en çok desteklerken ( %40 ), Baby Boomerlar’da bu oran %13’e kadar düşüyor. Yalnızlık hissinin yapay zeka ile doldurulabileceği düşüncesi ise %26 oranında; fakat insan ilişkilerinin hâlâ kapsayıcılığın temel unsuru olduğu vurgulanıyor. Çalışanların yaklaşık yarısı (%48), farklı kuşaklardan meslektaşlarıyla çalışmanın aidiyet duygusunu güçlendirdiğini ifade ediyor.
EY Türkiye Danışmanlık Hizmetleri Bölüm Başkanı Gökhan Gümüşlü, konuyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi paylaşıyor: “Teknolojinin hızlı yükselişiyle iş hayatında da köklü değişiklikler yaşanıyor. Pandemiyle birlikte uzaktan ve hibrit modellerin yaygınlaşması, çalışanlar için soyutlanma ve psikolojik güvenlik endişelerini artırırken işverenler için kapsayıcılık ve çalışan bağlılığı gibi konuları ön plana çıkarıyor. Ancak artırılan bağlantı ile birlikte, çalışanlar kendilerini kopuk ve yalnız hissedebiliyor. Katılımcılar, aidiyeti güçlendiren en önemli unsurun fikirlerini özgürce paylaşabilmek ve endişelerini çekinmeden ifade edebilmek olduğunda hemfikirler. Bu da kapsayıcı bir iş kültürü oluşturarak uzun vadeli bağlılığı güçlendirme fırsatı sunuyor. Yeni nesiller için bu koşulları sağlayabilen kurumların rekabet avantajı elde edeceği açıktır.”





